Hz. Musa'nın Yolculuğu


Bazı İslami kaynaklarda Hızır'ın gerçek adı ve soyu hakkında bilgi verildiği görülmektedir. Sahihliği tartışmalı olan rivayetlere göre Hızır, Hz. Âdem'in çocuklarından Kâbil'in oğlu Hazrûn veya Hz. Nuh'un oğlu Sam'ın torunlarından Belya bin Melkân, yahut Hz. İshak'ın torunlarından Hazrûn bin Amayîl'dir. Ayrıca Hz. Harun'un soyundan geldiği, isminin Hadir bin Amiya veya Hadir bin Firavun olduğu veya Kur'an'da geçen İlyas veya Elyesa'nın kendisi olduğu ileri sürülmektedir (Ebû Hatim es-Sicistanî, s. 3; Makdisî, III, 77; İbn Kesir, I, 295; Diyarbekrî, I, 106). Bazı kaynaklarda annesinin Rum, babasının ise Fars olduğu kaydedilir (İbn Kesir, I, 299; Diyarbekrî, I, 106-107). İbn Kesir, Hızır'ın İslam kaynaklarında geçen asıl adı Belyâ b. Melkân'ın aslında Kitab-ı Mukaddes'teki İlya adının bozulmuş hali olduğunu belirtir (el-Bidaye, I, 299). Bu görüşten hareketle AJ Wensinck ve A. Yaşar Ocak gibi araştırmacılar, Hızır'ın asıl adının İlya'nın Arapçalaşmış şekli olan Belyâ olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Ancak Kur'an, hadis, tefsir ve tarih kitaplarında geçen Hızır ve İlyas tasvirlerine göre İlya ve İlyas aynı kişi, Hızır ve İlyas farklı kişilerdir; ayrıca birlikte hareket ettiklerine dair bir bilgi yoktur. Buna göre halk kültüründe Hızır ve İlyas'ın birliğini ifade eden Hıdrellez kavramının sağlam bir temele oturmadığı ortaya çıkmaktadır.


Kur’an-ı Kerim’de ismi geçmeyen ancak müfessirlerin Hızır’a ait olduğunu kabul ettikleri Kehf Suresi’ndeki kıssa özetle şöyledir: Hz. Musa, delikanlısına iki denizin birleştiği yere varmaya karar verdiğini söyler ve birlikte yola çıkarlar. İki denizin birleştiği yere vardıklarında yanlarına aldıkları kurutulmuş balığı bir yerde unuturlar, balık canlanıp denize atlar. Bir süre sonra Musa delikanlısına azık getirmesini söyler; ancak delikanlı olanları hatırlar ve daha önce kendisine haber vermeyi unuttuğu için üzüldüğünü ifade eder. Bunun üzerine Musa, aradıkları yerin orası olduğunu söyler ve geri dönerler. Burada Allah’ın kendisine “rahmet ve ilim” verdiği salih bir kulla karşılaşırlar. Musa ona, sahip olduğu ilimden bir kısmını ona öğretebilmek için onunla arkadaş olmak istediğini söyler; Kuran’da ismi zikredilmeyen bu kişi, haberdar olmadığı bazı olaylar sebebiyle bu beraberliğe tahammül edemeyeceğini belirtir, ancak Hz. Musa’nın ısrarı üzerine, olup bitenleri anlatmadığı takdirde kendisine hiçbir soru sorulmaması şartıyla teklifi kabul eder. Hz. Musa bu şartı yerine getireceğine söz verdikten sonra yola çıkarlar. Bu kişi önce bindikleri gemiyi batırır, sonra bir çocuğu öldürür, daha sonra da uğradıkları bir kasaba halkı kendisini misafir etmediği halde yıkılmak üzere olan bir duvarı onarır. Bu üç olayda da Hz. Musa arkadaşına bu davranışının sebebini sorar; arkadaşı onu, “Sana benimle beraber olmaya tahammül edemeyeceğini söylememiş miydim?” diye uyarır. Hz. Musa özür diler ve yola devam etmelerini ister. Salih kul, birinci ve ikinci olaydan sonra Hz. Musa’nın isteğini kabul etse de, üçüncü olayda ona yollarının ayrılma zamanının geldiğini söyler; Bu arada söz konusu olaylarla ilgili eylemlerinin nedenlerini açıklıyor ve bunları Allah'ın emriyle yaptığını söylüyor (Kehf 18/60-82). Bu hikâyedeki üç kişiden yalnızca Hz. Musa'nın adı geçiyor, diğer iki kişiden ise "genç adam" (fetâ) ve kendisine ilahi rahmet ve ilim bahşedilmiş "Allah'ın kulu" olarak söz ediliyor.


Hızır konusu Tirmizî, İbn Mâce ve Ahmed İbn Hanbel'in hadis kitaplarının çeşitli bölümlerinde, özellikle Buhârî ve Müslim'de zikredilmiş olup, bunlarda Kehf sûresindeki bilgiler tekrarlanmış ve başka bilgiler de verilmiştir. Sûredeki kıssanın tefsiri mahiyetindeki rivayetlerden birine göre Said İbn Cübeyr, İbn Abbas'a, Nevfü'l-Bikali'nin Hızır kıssasında bahsi geçen Hz. Musa'nın, İsrailoğullarına gönderilen Hz. Musa olduğunu iddia ettiğini söylemiştir. İbn Abbas, "Allah'ın düşmanı yalan söylüyor" diyerek Hz. Hz. Peygamber’den Hz. Musa merkezli uzun bir rivayet rivayet etmiştir (Müsned, V, 117-119; Buhari, “İlim”, 44; “Enbiyâ”, 27; “Tefsir”, 18/3; Müslim, “Fazâil”, 170-173; Tirmizi, “Tefsir”, 19/1). Aynı konudaki ikinci rivayete göre ise İbn Abbas’ın sorusu üzerine Ubey b. Ka’b, buradaki Musa’nın, İsrailoğullarına gönderilen Musa olduğunu belirten hadisi rivayet etmiştir (Müsned, V, 116-117, 122; Buhari, “İlim”, 16, 19; “Enbiyâ”, 27; “Tevhid”, 31; Müslim, “Fazâil”, 174). Her iki rivayette de belirtildiği gibi Hz. Musa'ya İsrailoğullarına hitaben "En bilgili kişi kimdir?" diye sorulduğunda, "Benim" cevabını vermiş ve mutlak bilginin Allah katında olduğu hatırlatılmamış, bunun üzerine Allah tarafından lanetlenmiş ve kendisinden daha bilgili Hadir isminde birinin bulunduğu söylenmiştir. Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği bir diğer hadiste ise Hızır’a bu ismin verilmesinin sebebi, “O, karaya oturduğu zaman altında otlar biter ve dalgalanır” şeklinde açıklanmıştır (Buhârî, “Enbiyâ’, 27; Tirmizî, “Tefsir”, 19/1). Bu rivayet, Tevrat’taki “İşte Filiz isimli adam, durduğu yerden fışkıracaktır” (Zekeriyya, 6/12) ifadesini hatırlatmaktadır. Râvilerinden birinin zayıf kabul edildiği Ubey b. Ka’b’ın rivayet ettiği bir hadiste ise Hızır’ın Firavunlar zamanında Mısır’da yaşayan genç bir İsrailoğulları olduğu, bir papazdan hak dini öğrenerek benimsediği, ancak bu sırrı sakladığı, boşadığı bir kadının bu sırrı açıklaması üzerine kaçıp bir adaya sığındığı belirtilmektedir (İbn Mâce, “Fiten”, 23).


Muteber hadis kaynaklarında Hızır hakkında verilen haberlerin, Kur'an'daki ana hatları korurken, orada olmayan veya belirsiz bazı ayrıntılara da yer verdiği görülmektedir. Nitekim Hz. Musa'nın Hızır'ın varlığından nasıl haberdar olduğu Kur'an'da belirtilmezken, hadisler, Hz. Musa'ya yöneltilen bir soru üzerine Allah tarafından kendisine vahyedildiğini belirtmektedir. Ayrıca hadislerde, Kur'an'da adı geçen Musa'nın, Yahudilerin iddia ettiği gibi Musa b. Misa değil, Musa b. İmran olduğu, yanındaki gencin Yuşa b. Nun olduğu, kendisine ilahi ilim ve rahmet bahşedilen salih kişinin Hızır olduğu, Hızır'ın İsrailoğullarının ileri gelenlerinden biri olarak tanıtıldığı açıklanmaktadır. Bu haberde Kur'an'daki bilgilere aykırı bir şey bulunmadığı gibi, Hızır'ın tarihte yaşamış salih bir insan olmaktan ziyade, günümüze kadar varlığını sürdüren sıra dışı bir kişi olduğuna dair bir bilgi de bulunmamaktadır. Buhari'nin Abdullah b. Abbas (r.a.)’ın rivayetinde (“Tefsir”, 18/4), buluşma yerindeki taşın dibinde “hayat” adı verilen bir su kaynağının bulunduğu, damlasının değdiği her şeyin hayat bulduğu, bu sudan birkaç damlanın söz konusu balığa isabet ettiği belirtilirken, Tirmizî’de (r.a.) ise bazı kimselerin böyle iddiada bulunduğu ifade edilmektedir.


Daha sonraki hadis kaynaklarında, tarih ve tasavvuf kitaplarında Hızır (a.s.)'ın mitolojik bir kişi olarak gösterildiği, tarihte uzun bir süre yaşadığı ve kıyamete kadar yaşamaya devam edeceği yönünde bilgiler yer almaktadır. Bazı hadis ve tarihçilerin rivayetlerine göre Hızır'ın ömrünün, deccalı inkâr etmesi için uzatıldığı (İbn Hacer, el-İsabe, I, 431), deccala karşı koyacak kişinin Hızır olacağı (Nevevî, XVIII, 72), Hz. Peygamber döneminde yaşadığı ve Hz. Enes'in Hz. Peygamber'in elçisi olarak onunla görüştüğü (Beyhakî, V, 423), Resûlullah'ın vefatında Ehl-i Beyt'e gelerek taziyede bulunduğu (İbn Kesir, I, 141), Ömer b. Abdülaziz ve İbrahim b. Edhem, Bişr el-Hâfî, Ma'rûf-i Kerhî, Cüneyd-i Bağdâdî ve Muhyiddin İbnü'l-Arabi gibi sûfîlerce orada görüldüğü, Hızır'ın denizde, İlyas'ın karada yaşadığı, sık sık bir araya geldikleri (İbn Hacer, el-İshâbe, I, 432), her yıl Arafat günü Cebrail, Mikâil ve İsrafil ile buluştukları rivayet edilmiştir. Bazıları Hızır'ın kıyamete kadar yaşamasını Hz. Âdem'in bir vasiyeti ve duasına (a.g.e., I, 431), bazıları da hayat iksirinden içmesine bağlarlar (Taberî, Târîh, I, 220). Hızır'ın uzun ömürlü olduğunu söyleyenler onun Hz. Musa, Hz. Muhammed (s.a.s.) zamanında yaşadığını söylerler. Muhammed'in peygamberliğinden önce veya vefatından sonraki ilk yüzyıl içinde öldüğünü ileri sürerler.


Başta Buhari, İbrahim el-Harbi, Ebû Hayyan el-Endülüsî, Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî, Muhammed Abdurrâuf el-Münevî, Takiyüddin İbn Teymiyye ve Suyutî olmak üzere pek çok hadis ve tefsir âlimi Hızır'ın hayatta olmadığını söylemiş; hayatı hakkında rivayet edilen haberler İbnü'l-Cevzî, Ali el-Kârî, Muhammed Derviş el-Hût gibi hadis tenkitçileri tarafından reddedilmiştir. İbn Kayyım el-Cevzîyye de Hızır'ın hayatı hakkında rivayet edilen bütün rivayetlerin uydurma olduğunu söylemiştir (el-Menâr el-Münif, s. 67). Hızır'ın hayatta olmadığını ileri sürenler Kur'an, Sünnet ve ölüm sebebine dayalı çeşitli deliller getirmişlerdir. Muhammed’den önce birçok peygamber gelip geçtiğini ve bunların hiçbirine ebedî hayat verilmediğini (Âl-i İmrân 3/144; el-Enbiyâ 21/34), her canlının ölümü tadacağını (Âl-i İmrân 3/185; el-Enbiyâ 21/35; el-Ankebût 29/57) bildiren Kur’ân âyetlerini ve Hz. Peygamber’in vefatından önceki günlerde söylediği, “Yüz sene sonra bugün yeryüzünde yaşayanlardan hiçbir kimse kalmayacaktır.” (Buhârî, “İlim”, 41; Müslim, “Feżāʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 219) sözlerini delil olarak göstermektedirler. İbn Kayyım da onun hayatıyla ilgili haberlerin doğru olmadığını, bu konuda âlimlerin icma ettiğini ve çeşitli aklî deliller sunduğunu söyleyerek ispatlamaya çalışmaktadır (el-Menâru’l-Münîf, s. 73-76). Son dönem âlimlerinden Şehabeddin Mahmud el-Alusi ve Kamil Miras gibi yazarlar ise Hızır'ın her insan gibi öldüğü görüşündedirler.


Hızır'ın hâlâ hayatta olduğunu, ancak zamanı geldiğinde öleceğini kabul eden birkaç âlim, bu durumun Kur'an ve Sünnet'e aykırı olmadığını iddia etseler de, onların görüşlerinin yukarıda kaydedilen ayetlerle uzlaştırılması oldukça zor görünmektedir. Hızır'ın hayatta olmasının hikmetini anlamak ve ona atfedilen fonksiyonları açıklamak kolay değildir. Çünkü Allah, çeşitli ayetlerde kâinatı yarattığını ve yönettiğini, ayrıca yönetimini koyduğu kanunlara bağladığını bildirmektedir (örneğin bkz. Fatır 35/39-45). İnsanların bu dünyada ve ahirette mutluluğa kavuşabilmeleri için Allah'ın emirlerine ve bütün kanunlarına uymaları gerekmektedir.


Hızır'ın peygamber, veli veya melek olup olmadığı hususunda İslam âlimleri farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Peygamber olduğunu iddia edenler, Allah'ın ona rahmet ve ilim verdiğini (Kehf 18/65), kıssadaki şeyleri kendiliğinden yapmadığını açıkladığını (Kehf 18/82), vahiyle hidayete erdiğini ve sahip olduğu bilgi sebebiyle Hz. Musa'dan üstün bir konumda gösterildiğini ileri sürmüşlerdir. Hızır'ın veli olduğunu kabul edenler ise kendisine verilen bilginin Allah'tan doğrudan doğruya ilham olabileceğini söylemektedirler. İbn Teymiyye, velilerin Hızır kıssasını ortaya koyarak şeriatın dışına çıkabileceklerini söylemenin yanlış olduğunu kaydeder. Ona göre Hızır'ın Hz. Musa'nın şeriatının dışına çıkmaması, Hz. Musa'nın yaptığı şeylerin sebebini açıklarken onaylamasından anlaşılmaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki Hızır peygamber olarak kabul edilirse, o, Musa'nın ümmetinden değildir ve bu nedenle onun şeriatına uymakla yükümlü değildir (Risalah fi ʿilmi'l-bâṭın ve'ẓ-ẓâhir, s. 250). Hızır'ın melek olduğu iddiası (İbn Hacer, el-İṣâbe, I, 429) pek taraftar bulamamıştır. Tasavvuf büyükleri genellikle onun bir evliya olduğunu düşünürken, kelam, tefsir ve hadis âlimlerinin çoğu onun bir peygamber olduğunu düşünmektedir.


Hızır algısı, aşırı Şii (Galiyye), Yezidi ve Dürzi, özellikle Nusayriler arasında önemli bir yere sahiptir. Kur'an ve sahih hadis kitaplarında anlatılan konulara zamanla birçok hurafe ve mitolojik öğenin eklendiği, bunun sonucunda birbirleriyle ve İslam inancıyla çelişen yorumların ortaya çıktığı görülmektedir. Bu yeni öğelerin genişleyen İslam coğrafyasındaki yerel kültürlerden kaynaklandığı, örneğin Yahudilikte İlyas, Hristiyanlıkta ise Aziz George (Circîs) inançlarının halk kültürünün oluşumunda etkili olduğu söylenebilir.


Bazı oryantalistlerin Hızır öyküsünün kaynağı olduğunu iddia ettikleri destan ve efsaneler şunlardır: a) Gılgamış Destanı. Gılgamış Destanı'nın ilk örneği MÖ 4. binyıldaki Sümer metinlerine dayanmakta olup, Akad, Babil, Hitit ve Hurri dillerinde de varyantları bulunmaktadır. Destandan anlaşıldığına göre Mezopotamya'da güçlü bir kral olan Gılgamış, tanrısal kökenli Enkidu ile arkadaş olur. Arkadaşının ölmesinin ardından onu hayata geri getirmeye çalışan Gılgamış, insanlara sonsuz yaşam veren bir ot olduğunu öğrenir. Bu otun nerede olduğunu bilen tek kişi, "ırmakların birleştiği yerde" yaşayan ve sonsuza dek yaşayan Utnapiştim adlı kişidir. Gılgamış uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra onu bulur ve otun nerede olduğunu öğrenir; ancak bulduğunda bir yılan otu kapar ve kaybolur. AJ Wensinck, Gılgamış Destanı'nda Utnapiştim ile Hızır arasında bir ilişki kurar. Utnapiştim, Sümer bilgelik tanrısı Ea'nın bir çeşididir. Ebedi hayatın sırrını bilir, suda yaşar ve ihtiyacı olanlara yardım eder (ERE, XII, 356; ER, V, 107). b) İskender Efsanesi. MS 300 civarında yazıya geçirilen bu efsaneye göre İskender, insanlara ebedi hayat bahşeden bir çeşmenin olduğunu öğrenir ve ordusuyla birlikte onu bulmak için yola çıkar. Yolda yaşanan çeşitli olaylar nedeniyle askerlerini bırakmak zorunda kalır. Yanında sadece aşçısı Andreas vardır. Aşçı yemek hazırlamak için bir çeşmeye gider ve orada yiyecekleri olan tuzlu balığı yıkamak ister, ancak balık suya değdiği anda canlanır ve suya atlayarak kaybolur. Aşçı, bu suyun aradıkları hayat çeşmesi olduğunu anlayınca bu sudan içer. Aşçının durumu anlatması üzerine İskender çeşmeyi arar, bulamayınca sinirlenir ve Andrew'u denize atar. Aşçı deniz cinine dönüşür ve sonsuz yaşama kavuşur. Israel Friedlaender bu hikâyedeki aşçı Andrew'u Hızır'a benzetir. İslami kaynaklarda mevcut İskender efsanesinin metinlerinde, İskender Zülkarneyn'in yanındaki kişi Hızır'dır (bkz. ÂB-ı HAYÂT). c) Yahudi Efsanesi. Başlangıç tarihi çok eski zamanlara dayansa da, 11. yüzyılda yazıya geçirilen bu hikâyenin kahramanı aslında Eski Ahit'te peygamber olarak gösterilen İlyas'tır. Tevrat'ta bulunmayan hikâyeye göre, İlyas bir süre Haham Yeshua ben Levi ile arkadaşlık kurar. Seyahatleri sırasında İlyas bazı garip şeyler yapar ve Yeshua bunlardan rahatsız olur. Olan bitenin mahiyetini anlayamayan Yeshua, İlyas'a sebeplerini sorar; İlyas da bunları ilahi iradeyle yaptığını söyler ve sebeplerini açıklar.


Bu üç efsane dışında Yunan mitolojisindeki Glaukos (İlyada) hikayesi de Hızır hikayesiyle bağlantılıdır. Bu hikayeye göre Glaukos, mitolojik kahraman Sisifos'un kurduğu Ephyra'nın (Korint) kralıdır. Bir hikayeye göre ölümsüzlük pınarından içmiş ve ölümsüz olmuştur. Friedlaender, efsanenin Arapçaya uyarlandığında "yeşil" anlamına gelen Glaukos kelimesinin "Hadır" olarak çevrildiğini söyler. Oryantalistlere göre hikayedeki Musa kısmen Gılgamış ve İskender'i, kısmen de Yeşua ben Levi'yi temsil eder; Hızır ise Utnapiştim, Andreas veya İlyas'ı temsil eder. Kur'an'daki hikayeyle bazı benzerlikleri olan bu üç efsaneden Gılgamış destanı Kur'an'daki hikayeye en az benzeyenidir. Utnapiştim'in kişiliği İslami kaynaklardaki Hızır'a benzeyebilir ama Hızır'ın ebedî hayata kavuştuğuna dair ne ayetlerde ne de sahih hadislerde en ufak bir ima bile yoktur; Yani Kur’an’daki kıssadaki “salih kul” ile halkın inancındaki Hızır arasında hiçbir bağ yoktur.


Edebiyat. Hızır hakkında bilgi veren başlıca kaynaklar Kur'an tefsirleri ve hadis tefsirleridir. Rivayet esasına dayanan bazı müfessirler sadece sahih hadisleri nakletmekle yetinirken, bazıları da İsrâiliyyât olarak nitelenebilecek haberlere ve mahalli bakış açılarına değinmişlerdir. Bu tür tefsirlerin en önemlisi Taberî'nin Câmiu'l-Beyân adlı eseridir. Taberî, ilgili rivayet ve algıları sıralarken Hızır'ın henüz hayatta olduğuna dair herhangi bir beyanda veya rivayette bulunmaz (Câmiʿu'l-beyân, XV, 276-288; XVI, 2-7). Ayetleri rivayet ve feraset yoluyla yorumlamayı amaçlayan Şevkânî, çok sayıda hadis ve habere yer verdikten sonra (Fetḥu'l-ḳadîr, III, 297-306) hatalı veya zayıf olanları eleştirir. Feraset tefsirlerinde, konu hakkındaki rivayetlere eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşıldığı ve İsrâiliyyât türü haberlerin elendiği görülür. Örneğin Fahreddin er-Râzî, Mefâtiḥu’l-Gayb’ında geniş yer verdiği Hızır hakkındaki rivayetleri sadece sıralamakla kalmamış, aynı zamanda onları tenkit etmiştir (bk. XI, 142-162). Şehābeddin el-Âlusî, Ruhu’l-Meânî’sinde (XV, 310-342; XVI, 2-24) bütün rivayetleri zikrettikten sonra onları tasnif etmiş ve aralarından seçmeler yapmıştır. Hızır hakkındaki çeşitli görüşleri Hak Dini Kur’an Dili’nde (IV, 3256-3261) kaydeden Elmalılı Muhammed Hamdi ise tasavvufi bakış açısının, hadisçilerce sahih kabul edilmeyen bazı haberlere dayandığını belirterek, zahiri hayat açısından bakıldığında Hızır’ın yaşamadığını söyleyenlerin görüşünün şüphesiz daha kuvvetli olduğunu ifade etmiştir. İşârî tefsir metoduna göre kaleme alınan Muhyiddin İbnü'l-Arabi'nin Raḥmetün mine'r-raḥmân ve İsmâil Hakkı Bursevî'nin Rûḥu'l-beyân adlı eserlerinde, hikâyede geçen olay ve kişiler zahirî anlamlarının yanı sıra sembollerle de yorumlanmıştır. Örneğin, balığın dirilmesi, müridin kalbinin tasavvuf yolunda hareket etmesi olarak yorumlanmış ve bu hikâyenin tasavvuftaki “makam-ı Hızır”a, onun erkân ve âdâbına işaret ettiği ileri sürülmüştür. Hadis âlimlerinin zayıf, hatta uydurma olarak değerlendirdikleri rivayetler de bu eserlerde yer almıştır (Muhyiddin İbnü'l-Arabi, III, 18-30; İsmâil Hakkı Bursevî, V, 262-289).


Hadis müfessirlerinden Nevevî, İbn Hacer el-Askalanî ve Bedreddin el-Aynî Hızır konusuna geniş yer veren yazarların başında gelir (en-Nevevî, XV, 135-147). İbn Hacer, hem Saḥīḥ-i Buḫārī (Fetḥu'l-bārī, XIII, 181-186; XVIII, 6-24) şerhinde hem de el-İsābe'de Hızır'dan bahseder ve özellikle ikinci eserinde konuyu ayrı başlıklar altında ele alır (I, 429-452). Hızır'ın hayatta olmadığı görüşüne meylettiğini söylemekle birlikte, Hızır'ın hayatta olduğuna dair rivayetlerin de tam olduğunu, onun öldüğünü kabul edenlerin ileri sürdükleri delillerin de yoruma açık olduğunu belirtir (ez-Zahrü'n-naḍır, s. 82-83). Buhârî'nin bir diğer şârihi Bedreddin el-Aynî de aynı mahiyette açıklamalar yapar (ʿUmdetü'l-ḳārî, XIII, 34-38; XV, 288-298). Zayıf ve mevzu hadislerin ele alındığı hadis literatüründe Hızır hakkındaki rivayetler de önemli bir yer tutar. Örnek olarak İbnü'l-Cevzî'nin el-Mevzû'ât'ı (I, 195-200), İbnü'l-Kayyim el-Cevziyye'nin el-Menâru'l-munîf'i (s. 67-76), Suyutî'nin el-Le'âli'l-masnû'a'sı (I, 164 vd.) ve Ali el-Kâri'nin el-Mevzû'ât'tan (s. 112) söz edilebilir.


Hızır konusu tarih ve edebiyat eserlerinde de önemli bir yer tutar. Taberî'nin Tarikü'l-ümâm ve'l-mülûk (I, 220-226), Sa'labî'nin ʿArāʾisu'l-mecālis (s. 217-231), İbn Kesir'in el-Bidāye ve'n-nihâye (I, 295-299) ve Diyarbekrī'nin Tarikü'l-hamīs (I, 106-107) adlı eserleri bu eserler arasındadır. Destan, Hızırname, menâkıbnâme, hikâye, masal ve efsane türlerinde de Hızır teması geniş yer tutar (Ocak, s. 38-42).


Hızır hakkında bazı müstakil eserler yazılmış olup, bunlardan bir kısmının yalnız isimleri bilinmektedir. Varlığı tespit edilebilenlerin başlıcaları şunlardır: Dâvûd-i Kayserî, Taḥḳīḳu mâʾi'l-ḥayât ve kaşfü esrâri'ẓ-ẓulümât (Hızır'ın şeriat getirmemiş ve bu dünyada bedenle yaşamamış bir peygamber olduğunu belirten eserin bir nüshası Nuruosmaniye Kütüphanesi nr. 2687/2'de mevcuttur; bk. DİA, IX, 35); İbn Hacer el-Askalani, ez-Zehrü'n-naqir fi nebaʾi'l-kahir (Mecdi's-Seyyid İbrahim'de [Kahire, td] neşredilen el-İsābe'nin Hızır kısmı); Abdulwahab al-Sha'rānī, al-Mizānu'l-qahiriyya (Kahire 1989); Ali el-Qārī, Maqijāla fî bayāni ḥāli'l-qahir (Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi, I. Bölüm, no. 5389); Nuh b. Mustafa er-Rûmî, el-Ḳavlü'd-dâl ʿalâ ḥayâti'l-Ḫaḍır ve vücûdi'l-abdâl (Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, no. 1446; Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Veliyyüddin Efendi, no. 571, 1147); Köprülüzâde Nûman Paşa, el-ʿAdl fî beyâni ḥâli'l-Ḫaḍr (Köprülü Kütüphanesi, III. Bölüm, no. 148); Ahmed b. Muhammed el-Guneymi, el-Khawlu'l-maḳbûl fî enne'l-Ḫaḍır ʿaleyhi's-salam leyse bi'n-nebî (Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, no. 1446); Ebu Saîd el-Hâdimî, Keşfü'l-ḫadir ʿan ḥâli'l-Ḫaḍır (Îżâḥu'l-meknûn, II, 359; Risale fî ḥaḳḳı'l-Ḫıżır [litografi], basım yeri ve tarihi mevcut değil); Muhammed Hayr Ramazan Yûsuf, el-Ḫaḍır beyne'l-vâḳiʿ ve't-tehvîl (Şam 1984); A. İslam-Türk İnançlarında Yaşar Ocak, Hızır veya Hızır-İlyas Kültü (Ankara 1985).


Bu konuda kaynaklarda isimleri geçen belli başlı eserlerden bazıları şunlardır: Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî, ʿUcâletü'l-muntaẓır fî şerḥi ḥâli'l-Ḫaḍır (Keşfü'ẓ-ẓunûn, II, 1125; Katib Çelebi eserde Hızır'ın yaşamadığı tezinin savunulduğunu belirtmektedir); Şemseddin Muhammed b. Ahmed el-Bisati, Khati'atul-Khairah (ibid., II, 1327); İbnü'l-Ahdal, el-Khairah al-Munta'ir al-Da'awli al-Fariqa bi-Khairah Abu'l-Abbas al-Khairah (Izaah al-Meknun, II, 255); İbni İmâm-ı Kamiliyye, Risale-i Hayre aleyhi's-selâm ve Hayâtih (Keşfü'l-Ka'nun, I, 862); Bu esere yapılan itirazlara cevap olarak kaleme alınan İbnü'l-Haydirî, er-Rawżu'n-naḍır fi ḥâli'l-Ḫaḍır ve el-İftirâż li-defʿi'l-iʿtirâż (a.g.e., I, 921); Suyuti, el-Wachü'n-naḍır fî tercîḥi nübüvveti'l-Ḫaḍır (ibid., II, 2001); Mar'î b. Yûsuf, er-Rawżu'n-naḍır fi'l-kelâmʿale'l-Ḫaḍır (Îżâḥu'l-meknûn, I, 591); Abdulhadh Nuri, Risalat al-Evliya ve Hayyatu'l-Khaqir wa İlyas (a.g.e., I, 560); Ebu'l-Awn el-Saffarini, el-Cevâbül-muharrar fi'l-Keşf'an Halil-Khakır ve'l-İskender (a.g.e., I, 372); Muhammed Arif b. Ahmed b. Said el-Munayyir ed-Damashqi, Shekha al-'aqir fi Seyyidina İlyas ve'l-Haqir (a.g.e., II, 42).



KAYNAKÇA

Müsned, V, 117-122.


Buhari, “İlim”, 16, 19, 41, 44, “Tevhid”, 31, “Enbiyâ”, 27, 29, “Tefsir”, 18/2-4.


Müslim, “Fażāʾil”, 170-174, “Fażāʾilü'ṣ-ṣaḥābe”, 219.


İbn Mace, “Fiten”, 23.


Tirmizî, “Tefsîr”, 19/1.


Abu Hatim as-Sijistani, al-Mu'ammerun wa'l-waṣaya (ed. Abdulmun'im Amir), Kahire 1961, s. 3.


İbn Kuteybe, el-Ma'arif (Ukkasha), s. 42.


Taberî, Cami'u'l-Beyan, XV, 276-291; XVI, 2-7.


a.mlf., Tarīḫ (Abu'l-Fazl), I, 220-226.


Makdisî, el-Bedʾ ve't-tarîh, III, 77-78.


Kadı Abdüljabâr, el-Muġnî, XI, 14.


Sa'lebî, ʿArâʾisü'l-mecàlis, Beyrut 1405/1985, s. 217–231.


Beyhakī, Delâʾilü’n-nübüvve (ed. Abdülmu‘tî Kal‘acî), Beirut 1405/1985, V, 423-424.


Hatîb el-Bağdâdî, ar-Riḥle fî ṭalebi'l-ḥadîs̱ (ed. Nûreddin Itr), Beyrut 1395/1975, s. 97-108.


Ibn Beshquwal, Iavâmiżü’l-esmâʾi’l-mubheme (ed. İzzeddin Ali es-Seyyid – M. Kamâleddin İzzeddin), Beirut 1407/1987, II, 575-576.


Ibn al-Jawzi, al-Mevżûʿât (ed. Abdurrahman M. Osman), [no place of printing] 1403/1983 (Dârü’l-fikr), I, 195-201.


Fahreddin er-Razi, Mefâtîḥū'l-Gayb, XI, 142-162.


Mahmud Mahmud el-Ghurab, Raḥmetün mine'r-rahmân fî tefsîr ve işârâti'l-Khûrʾân min kalâmi'ş-Şeyhîl-Ekber Muhyiddîn İbn el-ʿArabi, Şam 1410/1989, III, 19-30.


Nevevî, Şerhu Müslim, XV, 135-147; XVIII, 72.


a.mlf., Tahẕîb, I, 176-177.


İbn Ebu'l-İz, Şerḥu'l-Aqīdati'ṭ-Ṭahawiyya (ed. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Turki – Shuayb al-Arnaut), Beyrut 1408/1987, II, 416.


Takiyüddin İbn Teymiyye, Risāla fī ʿilmi'l-bāṭin wa'ẓ-ẓāhir (Mecmuʿatü'r-resāʾili'l-munīriyya'da), Kahire 1343, I, 250.


a.mlf., Mecmuʿu fetāwā, IV, 337-340.


Nuwayri, Nihâyetü'l-areb, XIII, 240-244.


İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Menârü'l-münîf fi'ṣ-ṣaḥîḥ ve'ḍ-ḍaʿîf (ed. Abdülfettâh Ebû Gudde), Halep 1403/1983, s. 67–76.


İbn Kesir, el-Bidaye, I, 141, 295-299.


Fîrûzâbâdî, Sifrü's-saʿâde, Beyrut, ts. (el-Maktebetü'l-asriyye), s. 259.


İbn Hacer, Fethü'l-bârî (Sa'd), XIII, 181-186; XVIII, 6-24.


a.mlf., el-İsâbî, I, 429-452.


a.mlf., az-Zehrü'n-naḍir fī nebeʾi'l-Ḫaḍir (ed. Majdī al-Sayyid Ibrahim), Kahire, ed. (Mektabatul-Kur'an), s. 82-83.


Aynī, ʿUmdetu'l-ḳārī, Kahire 1392/1972, XIII, 34-38; XV, 288-298.


Tecrid Translation, IX, 144-146.


Suyuti, el-Leʾâli'l-maṣnûʿa fi'l-eḥâdîs̱i'l-mevżʿa, Kahire, ed. (Teknik Kütüphaneler), I, 164-169.


Diyarbakrî, Tarîḫu'l-ḫamîs, I, 106-107.


Şa'rani, el-Mizanu'l-Hadiriyye (ed. Abdurrahman Hasan Mahmud), Kahire 1409/1989, ed. yer.


İbrahim b. Müferric es-Sûri, Târîḫu'l-İskender, British Museum, Add., no. 7366.


Umâre b. Zeyd, Târîḫu'l-İskender, British Museum, Or., nr. 5928.


Keşfü'ẓ-ẓunûn, I, 862, 921; II, 1125, 1327, 2001.


Ali el-Kārî, Mevżûʿât, İstanbul 1890, s. 112.


İbn Himmât ed-Dımaşkī, et-Tenkît ve'l-ifâde fî taḫrîci eḥâdîs̱i Ḫâtimeti Sifri's-saʿâde (ed. Ahmed Bezre), Şam 1407/1987, s. 26–27.


İsmâil Hakkı Bursevî, Rûḥu’l-beyân, İstanbul 1969, V, 262-289.


Şevkânî, Fethu'l-Ḁadîr, III, 297-306.


Âlûsî, Rûḥu'l-maʿânî, XV, 310-342; XVI, 2-24.


The Epic of Gilgamesh (ed. B. Landsberger, tr. Muzaffer Ramazanoğlu), Istanbul 1942.


Elmalılı, Hak Dini, IV, 3256-3264.


El-Meknun, I, 56, 372, 560, 591; II, 42, 255, 359.


Said Nursi, Mektuplar, İstanbul 1991, s. 5-6.


H. Corbin, İbn Arabî Tasavvufunda Yaratıcı Hayal Gücü (trc. R. Manheim), Princeton 1969, s. 56.


Abdülvehhâb en-Neccâr, Ḳıṣaṣü’l-enbiyâʾ, Cairo, ts. (Dârü't-türâs), p. 352-354.


FW Hasluck, Sultanlar Döneminde Hıristiyanlık ve İslam (ed. MM Hasluck), New York 1973, I, 324.


Ahmed Eş-Şerabasi, Yaşam İnancı İçinde Bir Yaşam, Beyrut 1980, I, 510-512.


Muhammad al-Rayshahri, Mizānū'l-hikme, Kum 1982, IX, 468-474.


Abdulkarim al-Khatib, al-Khaṣasu'l-Khurʾani mine'l-ʿâlemi'l-manẓûr and ġayri'l-manẓûr, Beyrut 1404/1984, s. 115-147.


M. Hayr Ramazan Yûsuf, al-Khaḍır beyne’l-vâqiʿ ve’t-tehvîl, Damascus 1984, ed. place.


Ahmet Yaşar Ocak, Hızır or Hızır-İlyas Cult in Islamic-Turkish Beliefs, Ankara 1985, p. 38-42, 59, 61.


Zeyneb Mahmud el-Hudayrî, Şii felsefesi üzerine felsefi inceleme, Kahire 1986, s. 87-88.


Ahmed Cemâl el-Ömeri, Dirâsât fi't-fsiri'l-mevżûʿî li'aṣaṣi'l-Ḳurʾânî, Kahire 1406/1986, s. 282–291.


Muhammed el-Fiqī, Ḳıṣaṣü'l-enbiyâʾ: Aḥdās̱ühâ ve ʿiberuhâ, Kahire 1410/1989, s. 333-335.


Ukkasha Abdulmennan et-Tībī, al-Jinn: Telebbushu bi’l-insân ve ʿilâchu bi’l-Ḳurʾân, Cairo 1992, pp. 36-37.


Abdullah Aydemir, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, Ankara 1992, s. 228-230.


Ahmed b. Abdurrezak al-Darwish, Fetawa’l-lecneti’d-da’ime li’l-buḥus̱i’l-ilmiyye ve’l-iftaʾ, Riyadh 1412, III, 208-211.


Yusuf Abdurrahman el-Barkavi, “Men hüwa'l-Ḫaḍır ṣâḥibu Mûsâ ʿaleyhi's-salam”, Mecelletül-buḥus̱i'l-İslamiyye, no. 23, Riyad 1409, s. 281-308.


AJ Wensinck, “Hızır”, İA, V/1, s. 458-461.


I. Friedlaender, “Hızır”, ERE, VII, 693-695.


J. Rudhardt, "Su", ae, XII, 356.


D. Marcus, “Enki”, ER, V, 107.


Mehmet Bayraktar, “Dâvûd-i Kayseri”, DİA, IX, 35.

Ana sayfaya geri dön