Ye'cuc Me'cuc


Ye'cüc ve Me'cüc kelimelerinin kökeni hakkında dil bilimciler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Râgıb el-İsfehani ve İbn Manzur'a göre bu iki kelime Arapçadır (el-Müfredat, “ecc” makalesi; Lisânü'l-ʿArab, “ecc” makalesi; Kâmus Tercümesi, I, 697-698). Zemahşerî, Fahreddin er-Râzî, Beyzâvî ve Ebü'l-Bekâ el-Kefevî gibi âlimlere göre ise Arapçaya başka dillerden geçmiştir (el-Keşşâf, II, 498; Mefâtîḥu'l-Gayb, XXI, 170; el-Külliyyât, s. 3). Birinci görüşü savunanlar, söz konusu kelimelerin “ateşin yükselip sonra yatışması; suyun tuzlu ve acı olması; düşmana saldırmak, hızlı koşmak” anlamına gelen “ecc”, “akkor ateş, parlak cisim” anlamına gelen “evc” veya “yayılmak, dağılmak” anlamına gelen “ycc” ve “mcc” köklerinden türediğini ve mecazi olarak “hızlı hareket eden, etrafa yayılan; ateş gibi yakıp yok eden kişi veya topluluk” anlamında kullanıldığını ileri sürmektedirler. Ye’cüc ve Me’cüc’ün Arapçaya başka dillerden girdiğini kabul edenler ise söz konusu dillerin İbranice, Asurca, Aramice, Yunanca veya Türkçe olabileceğini ileri sürmektedirler. İbraniceden geldiğini iddia edenler ise Eski Ahit’teki Ye’cüc ve Me’cüc’ü kastetmektedirler. Eski Ahit'e göre Magog, Nuh'un oğlu Yafet'in yedi çocuğundan biri (Yaratılış, 10/2) veya bu neslin soyundan gelenlerin yaşadığı ülkenin adıdır (Hezekiel, 38/2); Gog ise Meşek ve Tubal kralı veya Magog ülkesinin halkıdır (Hezekiel, 38/1-3; 39/1-2). Eski Ahit'te Gog, Yahudilere musallat olan, mallarını yağmalayan ve çocuklarını öldüren bir topluluk olarak tanımlanmaktadır (Tesniye, 28/49-57; Yeremya, 5/15-18). Yeni Ahit'e göre Gog ve Magog, Şeytan'ın kutsal şehri işgal etmek için işbirliği yapacağı bir topluluktur (Vahiy, 20/1-9). Musa Cerullah, Ye'cüc ve "gök" kelimeleri arasındaki benzerliğe dayanarak Ye'cüc ve Me'cüc kelimelerinin Türkçe kökenli olabileceğini söyler (Kur'an Ayetlerinin Mucizevi İfadelerine Göre Ye'cüc, s. 11-12). Bu görüş hiçbir şekilde açıklanamayacak bir iddiadır. Ebu'l-Kelam Azad'ın verdiği bilgi ise şöyledir: M.Ö. 600 yıllarında bugünkü Moğolistan topraklarında yaşayan ve Moğollar olarak adlandırılan bu topluluğun adı, Me'cüc kelimesine çok yakın olan "mongog" veya "monçuk" kelimesinden gelmektedir. Kur'an'ı ilmî ve antropolojik verilerle yorumlamaya çalışan Cemaleddin el-Kâsîmî, Arapların Kafkas Dağları'nın gerisinde yaşayan Akûk ve Makûk adlı iki kabileden bahsettiklerini ve bunlara Ye'cûc ve Me'cûc adını verdiklerini kaydeder (Meḥāsinü't-teʾvīl, VII, 100). Ye'cûc-Me'cûc kıssası, Kitab-ı Mukaddes'te yalnızca geleceğe ilişkin olarak anlatılırken, Kur'an'da geçen Ye'cûc-Me'cûc, biri geçmişte meydana gelen olaylarla diğeri de gelecekte meydana gelecek olaylarla ilgili olmak üzere iki kez geçer. Kehf Suresi'nde Ye'cûc-Me'cûc, zaman ve mekan belirtilmeksizin geçmişte yaşamış bir topluluk olarak zikredilir ve onların çevreye zarar verdikleri, Zülkarneyn'in inşa ettiği büyük barajla önlendikleri belirtilir (18:93-97). Enbiya Suresi’nde Ye’cüc ve Me’cüc’ün gelecekte çıkacak bir topluluk olduğu belirtilmiş, burada ise yer ve zaman belirtilmeden Ye’cüc ve Me’cüc’e hak vaad yaklaştığında yolun açılacağı kaydedilmiştir (21:96-97). Müfessirlerin çoğunluğuna göre “hak vaad”den maksat kıyametin gelmesidir, dolayısıyla Ye’cüc ve Me’cüc kıyametin yaklaştığını gösteren bir işarettir veya kıyametin ilk evresinde çıkacaklardır. Ayetlerin anlamına dayanarak şunları söylemek mümkündür: Ye’cüc ve Me’cüc, etrafa yayılıp zarar ve yıkım getiren toplulukların tasviridir; Kur’an bize bu özellikte toplulukların geçmişte olduğu gibi gelecekte de ortaya çıkacağını bildirmektedir. Çok büyük bir toplulukturlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapacaklardır.



Konuyla ilgili daha detaylı bilgiler hadislerin “Eşrâṭü's-sâʿa”, “Fiten ve Melâhim”, “Ḳıyâmet”, “Enbiyâʾ” başlıkları altında nakledilen rivayetlerde yer almaktadır. Bu rivayetlere göre Hz. Peygamber bir gün uykudan uyandığında, “Yaklaşan felaketten dolayı vay Arapların haline!” demiş ve Ye’cüc ve Me’cüc surunda küçük bir delik açılacağını duyurmuştur (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 7; “Menâḳıb”, 25; “Fiten”, 4; Müslim, “Fiten”, 1). Kıyamet günü geldiğinde Ye'cuc ve Me'cuc'un seddi yıktıktan sonra dağlardan inip yeryüzüne dağılacakları, geçtikleri her yeri yakıp yıkacakları, insanların korkudan kalelerine ve barınaklarına sığınacakları, yeryüzündeki bütün suları içip Taberiye gölünü kurutacakları, tam herkesi helak ettiklerini sandıkları sırada Yüce Allah'ın boyunlarına bir deve kurdu göndererek onları helak edeceği, en sonunda insanların şehir ve kaleleri terk edip hayvanlarını serbest bırakacakları rivayet edilmiştir (Müsned, III, 77; İbn Mâce, “Fiten”, 33). Zayıf sayılan bazı rivayetlerde ise Hz. Muhammed, Miraç sırasında deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve, deve olarak dışarı çıkmıştır (Müsned, III, 77; İbn Mâce, “Fiten”, 33). İsa’dan bu konuda bir haber aldığı, Hz. İsa’nın Allah’a dua etmesi sonucu Ye’cüc ve Me’cüc’ün helak edileceği ve cesetlerinin yağmur sularıyla denize savrulacağı haberini aldığı da belirtilmektedir (Müsned, I, 375; IV, 181; Müslim, “Fiten”, 110; Tirmizî, “Fiten”, 33, 59). Ye’cüc ve Me’cüc konusu tarih, tefsir, kelam ve hadis tefsir kitaplarında da yer almaktadır. Bu tür eserlerde erken dönem kaynaklarında bulunmayan bazı rivayetler Hz. Peygamber'e nispet edilmektedir (Bunların sıhhati için bkz. Müsned, VI, 20-21). Münebbih ve Ka'bü'l-Ahbar gibi ravilere nispet edilen ve hadisçilerin "garib" olarak nitelendirdikleri bu rivayetlerde Ye'cüc ve Me'cüc için inşa edilen setin nasıl yıkılacağı anlatılmaktadır (Taberî, XVII, 89; İbn Kesir, II, 112). Konu tarih kitaplarında da ele alınmış ve Ye'cüc ve Me'cüc, Zülkarneyn ile birlikte anılmıştır (Makdisî, IV, 61; Sa'lebî, s. 362; Birûnî, s. 41; Katib Çelebi, s. 377-379). Zülkarneyn'in Ye'cüc ve Me'cüc'ün saldırılarını önlemek için inşa ettiği set, tarihte "Sedd-i İskender" (bkz. SEDD-i İSKENDER) olarak bilinmektedir. Tefsir ve hadis kitaplarında metinleri açıklamak bağlamında Ye'cüc ve Me'cüc'ten bahsedilirken, kelam kitaplarında bu konu "Eşrat-ı sa'a" başlığı altında ele alınmaktadır. Özellikle kimlikleri, sayıları, yerleri ve ortaya çıkış zamanları gibi konularda geniş açıklamalar yapılmaktadır (Şemsüleimme es-Serahsî, s. 45-46; Barzancî, s. 152-156; Sıddık Hasan Han, s. 165-166). Buna göre Ye'cüc ve Me'cüc, Hz. Nuh'un oğlu Yafes'in soyundan gelen bir topluluktur; Tevlîl, Tâyîs ve Mensîk olmak üzere üç kola ayrılırlar. Bunlardan birincisi uzun boylu, ikincisi orta boylu, üçüncüsü de kulaklarından birini şilte, birini yorgan yapacak kadar kısa boyludur; hiçbiri kendi soyundan bin çocuk doğurmadan ölmez. Hz. İsa gelmeden önce duvarın arkasından çıkıp yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaklardır. Musa Cerullah ise Ye'cuc ve Me'cuc'un tek bir ümmet olmayıp ayrı ümmetler olduğunu, insanların zayıf olduğu bir dönemde ortaya çıktıklarını ileri sürer. Bazı rivayetlerde geniş yüzlü, kırmızı tenli, küçük gözlü ve basık burunlu oldukları belirtilir. Kıldan ayakkabı giydikleri ve deri kalkan kullandıkları, bu giyim tarzının doğu toplumlarına ait olduğu, bu nedenle Türk kökenli oldukları söylenmiştir. Ancak sahih rivayetlerin hiçbirinde Ye'cuc ve Me'cuc ile Türkler arasında bir bağ kurulmamıştır. Bu isnatların, Ye'cüc ve Me'cüc'ün doğudan çıkacağını iddia eden Ehl-i Kitap'tan veya Türk düşmanı topluluklardan kaynaklandığını söylemek mümkündür (Çelebi, s. 128-132). Sonuç olarak Ye'cüc ve Me'cüc, Kur'an'da ve sahih hadislerde geçmektedir; ancak bu isimlerin özel isim mi yoksa cins isim mi olduğu tartışmaya açıktır. Kur'an'da onların geçmişleri ve gelecekleri hakkında verilen bilgilere dayanarak, Ye'cüc ve Me'cüc'ün yurtlarından çıkarak etraflarına zarar veren, her yeri yakıp yıkan, harap eden topluluklar olduğu ve tarihte kaydedildiği gibi gelecekte de bu özelliğe sahip toplulukların ortaya çıkacağını söylemek doğru görünmektedir.



Fiten ve Melâkim kitaplarında yer alan Ye'cûc ve Me'cûc konusunda müstakil kitaplar da yazılmış olup bunlardan bazıları şunlardır: Seyyid Hâşim Feyyâz el-Hüseynî, Ye'cûc ve Me'cûc beyne'l-ḥaḳīḳati ve'l-ḫhayâl (Kum 1325); Mehmed Tevfik, Ye'cûc ve Me'cûc (İstanbul 1327); Mûsâ Cârullah (bkz. bibl.); Ukkasha Abdulmannan et-Tibi, Ye'cûc ve Me'cûc: Ahir Zaman ve Zamanlar ve Ölüm Yerleri ve Ölüm Yerleri (Kahire 1989); Abdülhamid Muhyiddin, Ye'cûc ve Me'cûc (Kahire 1414/1994); Şafi'i Mahi Ahmed, Yecüc ve Me'cuc: Fitnatul-mazi vel-khadir vel-mustaqbal (Riyad 1416/1996); Abdülhamid Hisham Kamal, Yecüc ve Mecüc (Kahire 1998); Ömer Faruk Kutay, Kur'an-ı Kerim Ayetlerine Göre Yecüc ve Mecüc (İstanbul 1950); Muhammed Ali Lahuri, el-Masih el-Deccal ve Yecüc ve Mecüc (Lahor 1931, 1932).



BİBLİYOGRAFYA


Kāmus Tercümesi, I, 697-698.

Müsned (Arnaût), I, 375; III, 77; 4, 181; VI, 20-21.

Taberî, Câmiʿu’l-beyân (Bulak), XVII, 89.

El-Makdisi, el-Bedʾ ve't-tārīḫ, IV, 61.

Sa'lebî, ʿArâʾisü'l-mecàlis, Beyrut 1405/1985, s. 362 .

Bîrûnî, el-Âs̱ârü'l-bâḳıye ʿani'l-ḳurûni'l-ḫâliye (nşr. CE Sachau), Leipzig 1923, s. 41.

Şemsüleimme es-Serahsî, Ṣıfatü eşrâṭi’s-sâʿa (nşr. Zeki Sarıtoprak), Kahire 1414/1993, s. 45-46.

Zemahşerî, el-Keşşaf (Beyrut), II, 498.

Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXI, 170.

İbn Kesîr, el-Bidâye, II, 112.

Kâtib Çelebi, Cihannümâ, s. 377-379.

Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, Bulak 1287, s. 3.

Berzencî, el-İşâʿa li-eşrâṭi’s-sâʿa, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 152-156.

Sıddîk Hasan Han, el-İẕâʿa limâ kâne ve mâ yekûnü beyne yedeyi’s-sâʿa, Kahire 1379, s. 165-166.

Mûsâ Cârullah, Kur’ân-ı Kerîm Âyet-i Kerîmelerinin Mûciz İfadelerine Göre Ye’cûc, Berlin 1933, s. 11-12.

Elmalılı, Hak Dini, V, 3283-3293.

Cemâleddin el-Kāsımî, Meḥâsinü’t-teʾvîl (nşr. M. Fuâd Abdülbâkī), Beyrut 1398/1978, VII, 100.

İlyas Çelebi, İtikadî Açıdan Uzak ve Yakın Gelecekle İlgili Haberler, İstanbul 1996, s. 128-132.

Abu'l-Kelam Âzâd, “Shaḫṣiyyetü Ẕi'l-ḳarnayn el-meẕkûr fi'urʾân”, S̱eḳāfetu'l-Hind, I/3, Yeni Delhi 1950, s. 26-27.

Türkçe: https://doi.org/10.1103/PhysRevLett.10.000000 , Google Akademik Crossref , CAS 36. A. J. Wensinck, “Oğlan ve Kız,” İA, XIII, 369–370.

E. van Donzel – Claudia Ott, “Yad̲j̲ūd̲j̲ wa Mad̲j̲ūd̲j̲”, EI2 (İng.), XI, 231-234.


Ana Sayfaya Dön